Hem Bektaşilerin yabancılaşması hem de Alevi kimliğinin oluşum ya da dönüşümü de bu süreçle alakalıdır. Erdebil Tekkesi’nden ayrılan Somuncu Baba’nın Anadolu coğrafyasındaki güzergahına bakıldığında çıkan harita bugün Alevilerin yaşadığı yerlere işaret etmektedir. Başka bir ihtimal ise Türkmen aşiretlerin zaten orada ikamet ediyor olmaları ve Şeyh Cüneyd’in bıraktığı tohumların onlar arasında hayat bulmasıdır. İlginç olan, yıllar boyunca İran’da silahlı erkin başında yer alan Kızılbaşlardan bugün İran’da eser kalmamasıdır. Ama Aleviler Anadolu’da hâlâ mevcuttur. Yıldırım’a göre bunun sebebi olarak Kızılbaşların kökeninin Anadolu’da olma ihtimali düşünülebilir. Bununla birlikte Çaldıran Savaşı’ndan sonra İran’daki Kızılbaşlar Şah İsmail’in de tercihiyle on iki imam Şiiliğine kayarlar. Zaten Kızılbaşların tasavvufî düşüncesi, hukuk üretebilecek nitelikte bir inanış da değildir.
Ele aldığı konuyu tarihî ve antropolojik yöntemlerle inceleyen Rıza Yıldırım, tezini yapısalcı bir zemin üzerine inşa eder. Aşiret ve bürokratik yapılar arasındaki “doğal zıtlık”, muhalif Kızılbaş kimliğinin oluşumuna ve belli bir din anlayışını geliştirmesine yol açar. Bu durum, göçebe aşiret yapısının dini yaşama biçimi esas alınmak suretiyle devletin temsil ettiğinden “farklı” bir din anlayışının benimsenmesiyle gerçekleşir. Yıldırım’a göre bu, Lévi-Strauss’un ifade ettiği “bilinçsiz yapılar”ın farklılaşması sürecidir. Bu konuyla ilgilenenler ayrıca, Ayfer Karakaya Stump’un aynı sene ve aynı konu üzerine Harvard Üniversitesi’nde hazırladığı “Subjects of the Sultan, Disciples of the Shah: Formation and Transformation of the Kizilbash/Alevi Communities in Ottoman Anatolia” başlıklı doktora tezini de inceleyebilirler.